Şarkıların
bu ilk kayıtlarında, başından da kararlaştırıldığı gibi, Ajda Pekkan yoktu. Bu
yüzden, bestesini piyano eşliğinde enstrümantal olarak kaydedip, sözleri yazılı
olarak veren Şerif Yüzbaşıoğlu haricindeki diğer besteciler, stüdyoda “dublör”
şarkıcılarla çalışarak, eserlerini kaydetmişlerdi.
“Daha
önceden asil listedeki bestecilerin eserlerini hiç söylediniz mi? Şarkı
siparişi verilecek bestecilerin adları belli olduğunda İstanbul Radyosu’nda
bekleyen gazetecilerin Ajda’ya sordukları ilk soru buydu. Ajda’nın cevabı kısa
ve netti: “Hayır. İlk kez onların bestelerini söyleyeceğim.”
1978 yılında aldığı birincilikten sonra 1979 finalinin de
galibi olan İsrail, aynı yılın yaz aylarında Avrupa Yayın Birliği’ne
organizasyonu ikinci kez daha üstlenmek istemediğini bildirdi.
1979 Eurovision Şarkı Yarışması Türkiye elemeleri, günün
popüler müziğine hem şarkı hem de besteci ve şarkıcı kazandırma açısından pek
de verimli olmayacaktı. Yarışmadan ne önceki yıllarda olduğu “hit” şarkılar
çıktı ne de finalistlerden birilerinin şöhretine bu yarışma fazladan bir katkı
sağladı. Hatta Kuzenler bu durumdan o kadar dertliydi ki "Popüler olmak için tek çaremiz kadın olmak," diyerek kadın kılığında poz bile vereceklerdi.
TRT 31 Aralık 1978 gecesi için o günlerde epeyce
konuşulacak bir yılbaşı özel programı hazırlamıştı. ‘70’lerin başından beri
plakları yüz binler satan, ülkenin en sevilen şarkıcılarından biri olan, ancak yaptığı
müzik TRT Denetim Kurulu tarafından “yoz müzik” olarak nitelendirildiği için
şarkıları radyo ve televizyonlarda yasaklı olan Orhan Gencebay, ilk defa
televizyona çıkacak ve tam 4 şarkı birden seslendirecekti.
Yarı finale kalan şarkıların belli olmasının üzerinden henüz
birkaç gün geçmişti ki, finalist ekipler kendilerini İstanbul Teknik
Üniversitesi Maçka Stüdyolarında buldular. TRT dekoratörleri tarafından kısa
sürede hazırlanan uzay dekoru önünde yapılan çekimlerde finalistler
şarkılarını “playback” yaparak seslendirdiler. Çekimler üç gün
içerisinde tamamlandı ve böylece 14 şarkı, halkın önüne çıkmaya hazır hale
getirildi.
1978 Eurovision Şarkı Yarışması Türkiye finalinde ilk
elemeyi geçen 12 şarkının 2’si hiç yayımlanmadı. Bunlar Cahit Oben’in “Dosta
Mektup” ve Cengiz Orçun’un “Barış” adlı parçalarıydı.
Grup Nazar, Eurovision için kurulmuş bir gruptu ama grubun iki
erkek üyesi, Dağhan Baydur ve Olcayto Ahmet Tuğsuz birbirlerini çok daha uzun süredir
tanıyordu.
Gösterilen tüm özene ve günler öncesinden yapılan hazırlıklara
rağmen, yarışma süresince her şey yolunda gitmedi. Yine de bir önceki
yarışmayla kıyaslandığında kaydedilen ilerleme o kadar net görünüyordu ki,
bundan aldığı cesaretle olsa gerek, Televizyon Daire Başkanı Yılmaz Dağdeviren gecenin sonunda yapacağı konuşmada “Şayet bu sene Türkiye kazanırsa ve seneye
yarışmayı düzenlemek görevi TRT’ye verilirse, bu işin altından rahatlıkla
kalkarız,” diyerek gövde gösterisinde bulunmaktan geri kalmayacaktı.
Seninle Üç Dakika 1978 - 2. Bölüm Çayla Kutlanan Taze Aşk
Grup Nazar
Finale kalan 12 şarkı ilk kez 16 Aralık 1977 Cuma gecesi ekrana getirilecek,
aynı yayın cumartesi gecesi de tekrar edilecek, böylece şarkılar halka
tanıtılmış olacaktı. Ne var ki halk bu defa sadece seyirciydi. Bu 12 şarkı
arasından hangi 6 tanesinin finale bırakılacağına sadece TRT’nin görevlendirdiği
beş kişilik jüri karar verecekti.
Jüri (Seçici Kurul) üyeleri Şerif Yüzbaşıoğlu, Önder Bali, Gürer Aykal, Mithat Fenmen ve Selçuk Sun
1977 yılının haziran ayında bir süredir siyaset kulislerinin
meydan savaşına dönüşen TRT Genel Müdürlüğü krizi, Şaban Karataş’ın görevden
alınıp yerine 1970 yılından beri TRT Genel Müdürlüğü İdari ve Mali Yardımcılığı
görevinde bulunan Cengiz Taşer’in vekaleten atanmasıyla yeni bir dönemece
girecekti.
1976 yılının yaz aylarında TRT
koridorlarında 1977 Eurovision Şarkı Yarışması konusunda fısıltılar yayılmaya
başlamıştı. Artık katılmamız gerektiğini savunanlar kadar henüz hazır
olmadığımızı iddia edenler de vardı. Müzik camiası TRT’den çıkacak kararı heyecanla
beklerken, Bülent Özveren’in şimdiden yeni bir şartnameyi kaleme almaya
başladığı yazılıp çizilecekti.
12
Nisan 1975’te Süleyman Demirel’in kurduğu Milliyetçi Cephe Hükümeti meclisten
güvenoyu aldı. Türkiye Cumhuriyeti’nin 39’uncu hükümeti olarak göreve başlayan
kabine, Adalet Partisi, Milli Selamet Partisi, Cumhuriyetçi Güven Partisi ve
Milliyetçi Hareket Partisi koalisyonu ile kurulmuştu.
1975 yılı Eurovision Şarkı Yarışması Türkiye elemeleri,
henüz aranjman hakimiyetinde ilerleyen Türkçe pop müziğe birçok yeni beste
kazandırmasının yanı sıra yolun çok başındaki birçok şarkıcıyı da ülke çapında
popüler kıldı. Onları yıllar boyu pop müziğin yıldızları olarak dinledik,
alkışladık. Büyük çoğunluğu plak olarak basılan şarkılar hem o plaklar hem de
kimi Yeşilçam filmleriyle uzun yıllar akıllarda kaldı. Bazıları ise yıllar
sonra yeniden söylenerek tekrar tekrar gündeme geldi.
Eurovision Şarkı Yarışması’nın yıllar boyunca hiç değişmeyecek
kurallarından biri de şarkı uzunluklarının üç dakikayı aşmaması idi. Yani aslında
her şey… Onca hazırlık, çaba, emek, telaş, gürültü patırtı, heyecan, yürek
çarpıntısı sadece o üç dakika içindi. Eurovision sahnesinde görüneceğimiz o üç
dakika… O sahnede boy gösterdiğimiz ilk şarkının adının “Seninle Bir Dakika” olması
belki de kaderin bir cilvesi idi. Zira bu meşum yarışmayla aramızda yıllar boyu
sürecek sevgi-nefret ilişkisinin adı da olsa olsa “Seninle Üç Dakika”
olabilirdi.
İsveç'te yarışmanın yapıldığı Stockholmsmassan adlı salon.
22 Mart 1975 gecesi İsveç’te Türkiye on üçüncü sırada
yarışıyordu. Şarkımızdan hemen önce ekrana getirilen ve “postcard” tabir edilen
kısa tanıtım filminde Semiha Yankı, elinde bir resim fırçasıyla bir tuval
üzerine kendi portresini ve Türk bayrağını çizerken görüntülenmişti. İsveç
televizyonu o gece ekrana gelecek bütün “postcard”lar için böyle bir kompozisyon
oluşturmuştu. Her ülkenin yarışmacısı kendi resmini ve ülkesinin bayrağını, boş
bir tuvale, acemice de olsa resmediyordu.
Semiha Yankı, basma görünümlü elbisesi, kumral saçları,
masum ve çocuksu ifadesiyle sahnede belirdiğinde, heyecandan kalbimiz duracak
gibiydi. Timur Selçuk, orkestraya ilk işareti verdi ve “Seninle Bir Dakika”,
yarışmanın yapıldığı salonda yankılanmaya başladı.
Şarkı bittiğinde Türkiye’de hemen her evden alkışlar
yükseldi. Türk halkı, böylesi önemli uluslararası bir organizasyonda
Türkiye’nin adını görmek, şarkısını duymaktan son derece memnun, şarkının
başarılı yorumundan aldığı cesaretle, gelecek puanlardan da son derece
ümitliydi. Diğer şarkılara da bakılırsa, ilk on içerisinde yer almamız işten
bile değildi. Çok heyecanlı ve bir o kadar da iyimser ve iyi niyetliydik.
Yarışma şarkılarının ardı ardına ekrana gelmesinden sonra,
sırada “interval act” denilen bölüm vardı. Ülke jürilerinin puanlamalarını
toplayıp, bildirmeye hazır hale getirmesine kadar geçecek bu sürede orkestra
tarafından çalınan İsveç şarkıları eşliğinde İsveçli ressam John Bauer’in
tabloları getirildi ekrana. Ardından puanlama başladı.
Puanlama esnasında anonslarını İngilizce ve Fransızca
yapmakta olan sunucu Karin Falck’ın Fransızca’ya yeteri kadar hâkim
olamamasından kaynaklanan sıkıntı ortaya çıkacak ve İngiltere’nin oylama
sonuçlarını alırken gayri ihtiyari sarf ettiği “How much is seven in French?
(Fransızcada yedi kaçtır ?)” cümlesi, canlı yayın falsolarından biri olarak
Eurovision tarihine geçecekti.
Yarışmanın sunucusu Karin Falck
İlk Hezimet
Türkiye’de ekran başında yediden yetmişe hep beraber
hissettiğimiz coşkulu iyimserlik ise çok geçmeden hayal kırıklığına
dönüşecekti. On dördüncü sırada yarışan Monaco’ya gelene kadar Türk şarkısı bir
tek puan bile alamazken, Monaco’nun verdiği 3 puanın da gerisi gelmedi. Üstelik
aldığımız o 3 puan, teknik bir sorundan dolayı puan tablosuna da uzun süre
yansımayarak, sunucunun, Malta jürisinin oylarını açıklayan spikerin ve
salondakilerin gülmelerine neden olacak ve ekran başında zaten kahrolmuş Türk
halkını daha da fazla üzecekti.
Türk jürisinin verdiği oylar da salonda gülüşmelere yol
açmış, başından beri militarist bulunduğu için eleştirilere sebep olmuş
Portekiz’in şarkısına Türkiye’den 12 puan çıkması, neredeyse alay konusu edilerek,
alkışlanmıştı.
Gecenin sonuna gelindiğinde dünya başımıza yıkılmıştı sanki.
Dehşet içerisinde ekrana bakakalmıştık. Büyük ümitler, hevesler ve amatör bir
heyecanla katıldığımız ilk Eurovision Şarkı Yarışmasında sonuncu olmuştuk.
Yaşanan, kelimenin tam anlamıyla bir hezimetti.
Yarışmayı oldukça neşeli ve eğlenceli şarkısı “Ding-A-Dong”la Hollandalı topluluk Teach-In kazanmıştı. İngilizlerin tanınmış ve hatta
ünü artık biraz da eskimiş toplulukları The Shadows, “Let Me Be The One” adlı
şarkısıyla oldukça çekişmeli geçen puanlama sonucu ancak ikinci olabilmiş,
üçüncülüğü ise Wess & Dori Ghezzi ikilisi tarafından seslendirilen “Era”
adlı şarkıyla İtalya almıştı.
23 Mart günü Semiha Yankı, Erkan Özerman’la beraber tekrar
Paris’e geçecek, gitmeden önce de İsveç’te şu açıklamayı yapacaktı: “Ben ilk on arasına girmeyi düşünmüyordum
ama sonuncu olacağım da aklıma gelmemişti. Bizim yerimiz bu olmamalıydı, ama
beni sonuncu yapanları utandıracağım.”
Yarışmanın sonucu ülkede uzunca bir süre konuşulacaktı.
Yaşanan hezimete, Semiha Yankı’nın meşhur elbisesinden saç modeline, şarkının
çok ağır oluşundan, şarkıcımızın sahnede tek başına oluşuna dek her şeyden pay
biçiliyordu.
Ancak herkesin hemfikir olduğu asıl konu, oylamanın politik olması
idi. Kıbrıs Barış Harekâtının hemen ertesinde gerçekleşen bu yarışmada Avrupa
ülkelerinden puan beklemekle çok iyi niyetli davranmıştık. Avrupa, bizi hiçbir
zaman kendisinden kabul etmemişti ki zaten. Ağzımızla kuş tutsak onların bize
puan vermesinin imkânı yoktu.
Nitekim 29 Mart 1975 tarihli Ses dergisinde yarışma ile
ilgili yayımlanan yorum, bu düşüncelerimize tercüman olur gibiydi:
“Başlangıçta iyi
niyetli yorumlarla, Semiha Yankı’nın derece alacağından umutlanmış, yaşının
küçüklüğünü, şarkısının diğer birçok besteden daha tutarlı oluşunu lehimize
saymıştık. Ama ışıklı tablodaki oy verme işlemi başladığı zaman, eloğlunun ne
yaşa, ne başa bakmadığını gördük. Hem de hayli acı bir şekilde. Doğrusu
gönlümüz ve aklımız, sanatsal yanı ağır basması gereken uluslararası bir
yarışmada haçlı zihniyetinin sürdürüleceğini, Avrupalının klasik Türk
düşmanlığını ta buralara vardıracağını düşünmek istemiyor. Ama görünen o ki,
çeşitli ülkelerin temsilcileri gizli bir anlaşma yapmış gibi, oylarını
yakınımızdan bile zorlukla geçirdiler.”
Semiha Yakı ve Teach-In grubunun solisti.
Bu masum ve alıngan, biraz kırgın, içerlemiş ama en çok da
kızgın halimizin haklı bir yanı da yok değildi. Gerçekten de bazı ülkelerin
politik, sosyal ve kültürel anlamdaki yakınlıkları, açık ve net biçimde
puanlamalarına yansımıştı; aslında başından beri de hep yansımaktaydı.
Her
ülkede oluşturulmuş halk jürilerinin sıradan insanlardan meydana geldiği
düşünülürse, bu tavrın belki bilinçli ve hesaplı değil ama duygusal olduğunu
söyleyebilmek de mümkündü tabii. Nitekim yarışmanın tüm tarihi boyunca hiç
değişmeyecek bazı yazılmamış kaideleri olduğunun farkına sonradan varacaktık.
Bununla beraber kimi kez çok şaşıracağımız sürprizler de olurdu puanlamalarda.
Ancak biz henüz bu konularda tecrübeli ve bilinçli değildik. Bundandır ki, daha
ilk kez katıldığımız bir yarışmada sonuncu olmayı kolay kolay gururumuza
yediremeyecektik.
İngiltere’de yayımlanan önemli müzik dergilerinden Melody
Maker’ın, 29 Mayıs 1975 tarihli sayısında Semiha Yankı ve şarkısı için şu
ifadeler kullanılıyordu:
“Salondan gelen
alkışlara bakacak olursak Türkiye’nin üçüncü olması gerekirdi. Haksızlığa
uğrayan yalnızca Türkiye oldu. Evrensel bir antipati ile bağdaştırabileceğim bu
tutum, evrensel müzik için bir yüzkarasıdır. Türkiye’nin Kıbrıs olaylarında
Avrupa’da uyandırdığı antipatiden dolayı, son derece güzel, son derece duygusal
olan “Seninle Bir Dakika” ancak 3 puanla sonuncu olabildi.”
Çok kırılmış, çok üzülmüştük. O günlerde insan ilişkilerimiz
de böyleydi. Çok sevdiğimiz, çok önemsediğimiz, ulaşılmaz gördüğümüz, ulaşmaya
çabaladığımız biri, çoğu zaman o farkında bile değilken, bizim onun hoşuna
gitsin diye yaptığımız şeyleri umursamaz, görmezse fena halde kırılabilir,
üzülebilir, hatta küsebilirdik. Nitekim milletçe de öyle yaptık. Avrupa’ya ve
Eurovision Şarkı Yarışması’na bir süreliğine küstük.
15 Ocak 1958’de İstanbul’da doğan Semiha Yankı’nın 17 yıllık
kısacık yaşamı bir Külkedisi masalı gibiydi. Ailesi sirklerde akrobat olarak
çalışırken ağabeyi kaza sonucu ölünce, para kazanıp ailesine gelir getirebilmek
için gazino ve gece kulüplerinde şarkı söylemeye başlamıştı.
Yarışmaya katılan şarkıların ilk dördü, 17 Aralık 1974 gecesi ekrana getirilmişti. Ankara’da Orkut Stüdyosu’nda gerçekleştirilen
çekimlerde solistler şarkılarını orkestra eşliğinde canlı olarak seslendirmiş,
bu kayıtlar banttan yayınlanmıştı. Bu ilk program Uğur Akdora, Attila Atasoy,
Yeşim ve Esin Afşar’ın şarkıları ekrana geldi.
Evet, ihtisas jürisi kadar halk oyları da eşit oranda etkili
olacaktı. Bunun için bulunan yöntem, proje henüz bir öneri halindeyken
belirlenmişti. Televizyon yayınlarının seyredilebildiği şehir ve bölgelerde
evlere PTT yoluyla posta çekleri dağıtılacaktı. Her eve dörder adet dağıtılacak
bu çeklere, herkes televizyonda izlediği finalistler arasından birinciliğe
layık gördüğü finalistin adını yazacak ve en yakın postaneden 2,5 TL
karşılığında TRT’ye gönderecekti (bu rakam o günlerde bir ekmek parasına denk geliyordu.)
Bu yolla toplanan para TRT’ye gelir kaydedilecek, böylece yarışmaya bir
resmiyet kazandırılmış olacaktı.
Yavuz Hakan Tok Müzik Yazarı / Eleştirmen / Arşivci
2001 yılında Bir Zamanlar adlı internet sitesinde müzik yazıları yazmaya başladı. Yanı sıra yazıları, Zip İstanbul, Koara, İkinci Kanal, Caretta, Mezun Life, Popüler Tarih dergilerinde, Bugün gazetesi ve Milliyet gazetesinde yayımlandı.